yanmış tahtalara yarenlik eden adam

Merhabalar...
Son bir haftaki yoğunluğum nedeniyle bir türlü oturup iki kelime yazamadım. Yine de her zamanki gibi bir dolu şey değişti hayatımda. Akademik kariyerimdeki önlenemez düşüşten dem vurmayacağım şimdi. Daha sosyal bir konu bahsetmek istediğim…
İnsan olmanın getirdiği default bir özellik sanırım önyargı ve bu önyargıyla bezeli romantizm. Ne zamandır eve hava karardıktan sonra dönebiliyordum (son bir hafta bu süre “neredeyse gece yarısı” oldu gerçi). Bilenler bilmeyenlere anlatsın, bir zamanlar (çok uzun bir süre geçmedi aradan aslında) bir cafe vardı buralarda. Daha önce gitmişliğim iki dakika oturmuşluğum yok aslında ama adı çok garip geliyordu benim için. Buraya ait değilmiş gibi. Ve renkleri; pastel tonlar, mat turuncu, kahverengi ve bordolar… Bilmiyorum, orda olmasını seviyordum işte. Bir sabah önünden geçerken yandığını fark edince üzüldüm açıkçası, bir kız külleri kurcalıyordu. Konumuz bu kafenin yanması da değil aslında. Eylülün başından beri her akşam oradan geçerken gördüğüm, kafenin önünde bir sandalyeye oturan adam.
Dedim ya insan romantik bir yaratık diye. Başta kendisini kafenin sahibi sanmıştım. E ekonomimizin durumu malum. Kendimce bir hikâye yazmıştım. Adam mekân yandıktan sonra belini doğrultamamış, belki binayla arasında özel bir bağ var, ayrılamıyor oradan; her gece yarenlik ediyor yanmış tahtalara diye… Kafenin önünden her geçişte bu adamla konuşasım geliyordu ama bir türlü durup da iki kelime edemiyordum. Utangaçlık işte, kendi hikâyeme o kadar inanmıştım ki karşımda boyumdan büyük kelimelerle konuşacak biri olacağını düşünüyordum.
Bir iki gün önce yine durmadan geçecekken yavaşladım önce sonra da “amaaan” diyip bir adım geri attım. “merhaba” dedim. “Burada oturmak için biraz soğuk değil mi hava”. Başta anlamadı ne söylediğimi “efendim?” dedi. “Hava” dedim “bayağı soğuk”.. “evet” dedi, napalım der gibi. Ben hala anlamamış olduğumdan olan biteni “neden burada oturuyorsunuz o zaman" dedim. Adam karşıdaki tezgâhı gösterip “tezgâha bakıyorum” dedi hafiften gülerek. Benim tepkim ne yazık ki pek de sanatsal ya da bilgece olmadı. Ağzımdan dökülen sadece olabilecek en kaba şekliyle bir “Haaaa…” oldu. Adam sadece gülümsedi. İyi akşamlar dedim bayağı bir utanarak o ise belki anladığından belki de beni sarhoş sandığından size de iyi akşamlar dedi yine sıcak bir şekilde. Ve ben günlerce önünden geçtiğim halde sırf sağımdaki kafeye baktığımdan solumdaki tezgâhı fark edemediğimi fark ettim…
Sanırım böyle küçük ayrıntılarla güzelleşiyor hayat. Bir anda durup belki de bir adım geriye atıp aslında yapmayacağınız şeyi yaptığınızda. Bir mesaj atıp “civardayım ben, hadi gel sen de” diyerek 5 dakika içinde özlenenle buluşmakta. Ya da o son yudumu içtikten sonra, arkadaşın seni trene bırakırken karşılaştığınız insanı fark edememen, her şey bittikten sonra da “bak işte bu o” dediğinde arkadaşın sana “kim? Kim ki o?” diye sormanın hemen ardından gelen o şefkat–sendenadamolmaz karışımı bakışa verdiği engellenemez kahkahaya gülümsemeyle karşılık vermesinde. Anılar ve kocaman kocaman duyguları içine sıkıştırabilmiş minnacık fotoğraf karelerinde. Hayattan çalabildiğimiz her şeyle birlikte biraz daha özelleşiyor, güzelleşiyor hayat…
İyi tatiller!
14 Kasım 2010
00:29

Yorumlar

Popüler Yayınlar