olan - biten

Ne zamandır blogger'ı ihmal ediyorum. Hatta wordpressle aldatıyorum bile denebilir. Neler neler olmadı ki bu süre içinde..

Sevgili Romalılar! Öncelikle merhaba. En son ne zaman buradan birşeyler karaladığımı hatırlamadığım için özür dilemeyeceğim (copy-paste sayılmıyor, hayır). Aslında dileyebilirdim de... Döndüğümde değişmiş buldum sitenin arayüzünü. Güzel olmuş açıkçası, toplu bir geri dönüş yapmama sebep olabilir gibi. Bağlanmakla alakalı sorunlarım var, evet.

Neler neler oldu dedim ya, yavaştan başlayalım... Yaz okulu sayesinde neden öğrencilerin yaz aylarında 3 aylık bir tatile girdiğini gördüm. Beyin, gün içinde farklı fazlarda gezinmekten normal işlevini yerine getiremeyebiliyormuş. Bunun artıları ve eksileri vardır elbet. En büyük artısı bir daha yaz okuluna kalmama kararı almam mesela. Gerçi bölüm politikası gereği istesem de kalamam, sadece farklı bölümlerden seçmeli ders alırsam böyle bir şansım(şanssızlığım?) olabilir. Zira sevgili bölümüm 'standart dönemlerde geçtin geçtin, geçemedin bir, iki, beş, on, yirmi dönem uzatırsın, beni ırgalamaz' demekte. Ki kendisi okulun en zor bölümü olduğunu iddia etmekte - ha öğrenci ha bölüm, aynı şey değil mi =). Bir de, yalnız kalmanın getirdiği bir şey miydi bilmiyorum ama kendimde değişiklikler fark etmeye başladım bu dönemde. Bazı şeylere verdiğim tepkiler cidden beni bile şaşırtıyordu. Bir nevi aydınlanma dönemi oldu benim için.

Bu arada - yaz okulu dönemim - Redd deliliğim başladı. Grubu ilk albümlerinden beri biliyor olmama rağmen denk gelirse dinliyordum eskiden. Sadece duyuyormuşum gerçi. Can dostumla müzik dinlerken benden kısa aralıklarla 'Don Kişot'u açmamı istemesiyle ilk kez gerçekten dinledim. Bu şarkı kendini nasıl hissederse hissetsin dinginleştiriyormuş onu. Bendeki etkisini çözebilmiş değilim, bildiğim tek şey iyi geldiği. Adamlar kaliteli... Neden bu kadar yakınlarındayken bu kadar uzakmışım, anlamış değilim. Geç olsun güç olmasın tabi, haftalardır hayatımın fonunda çalan bir grup oldular ve müziklerinin kolay tükenen olmadığını söyleyebilirim. Tüketebildiğim bir şarkıları da yok zaten. Her dinleyişte yeni bir nokta yakalamak!.. Mutluluk bu işte :) Bir de minik öneri; 21in son üç şarkısı shuffle kapatılarak dinlenilmeli. Nasıl güzel bağlanmış.. Güzel şeyler gözlerimin dolmasına neden olur, heyecanlanırım; gözlerim doldu şu an :)

Yaz okulunun son sınavından 4 (yazıyla, dört) gün sonra staja başladım ve her sabah 8.30da OSTİM'de olmam gereken bir dönem başladı. Şanslıydım, sevgili halamla her sabah birlikte gidiyorduk ve onunla vakit geçirmeyi özlemişim. İlk yarı şirkete ve çalışanlara alışmaya çalışmamla geçti. Araya giren bayram tatilinde ilk kez tek başıma yolculuk yaptım ve ne yazık ki yaşadığım en sıkıntılı yolculuktu. Tamam, ikinciydi ama birinci sıradaki yolculuğu gerçekten hatırlamak dahi istemiyorum. Koltuk seçimi önemliymiş ama bunu öğrendim. Bir de ırkçılık gibi görünebilir ama yaşanılan yerin insan karakterindeki etkisini bir kez daha gördüm ve bir kez daha Çayeli - Pazar sınırının aslında il sınırı olması gerektiğini düşündüm. Tabi iller beşeri ve sosyal özelliklerine göre ayrılıyorsa.

Ateş yakılır da közde mısır pişirilmez mi?
Bayram kafası fena şeymiş, onu da gördüm. Babamı ne kadar özlediğimi ve babam tarafından ne kadar özlendiğimi fark ettim. Annemle birbirimize nasıl benzediğimizi bir kez daha gördüm ki bu beni şaşırtmadı. İdolüm sanırım kendisi :) Bir de annemi mutlu etmenin de çok kolay olduğunu fark ettim. Bir cümle çaktırmasa da onu çok sevindirdi. Bir de minik öpücük! :) Karadeniz bir şekilde içime işlemiş, dünyanın neresinde olursam olayım benimle birlikte gelecek. Ayrıca artık minik bir kavanozda da suyu var yanımda taşıyacağım.. Arkadaşım istemişti, onunkinden çaldım azıcık :) Suyu denizden almaya çalışırken sahil boyunca suya yaklaşabileceğim yer aramam ve bulduğumda iskeleden beni izleyen insancığın beni deli sanması nereye koymam gereken anılar bilmiyorum ama pişman değilim. Sonlara doğru yaptığımız dağ zirveciğindeki mangal ayrı keyifliydi.. Bir de dönüş yolculuğu... Ankara'ya kadar abimle hemen her konuda muhabbet ederek, bilgisayarın pili bitene kadar Sherlock Holmes izleyerek geldik.. Güzeldi :)

Stajın ikinci yarısı da çalışmakla geçti. Çalışarak mutlu olduğumu gördüm. Erkenden kalkmak, koştura koştura işe gitmek, tüm gün insanların başına dikilip "bu neee?" diye sormak.. Akşam eve geldiğinde parmağını oynatamayacak halde olmak.. Yine de uyumamak ve gece boyunca okumak, yazmak, internette vakit öldürmek.. Sonra uyumak, uyanmak ve sil baştan.. İlk günlerde hakkımda "öeh, hem hatun hem makina mühendisliği stajyeri.. Ne gerek vardı ki şimdi buna" diyen insanlarla stajın ikinci kısmında muhabbeti ilerletmem benim için stajın en yararlı kısmıydı bence. Başlangıçta küçümseyerek bana "elektrik kontrol kalemi DİYE BİR ŞEY" diyen ustanın bir hafta sonra ölçüm yapmam için parçayı bana uzatması.. Yanında çalıştığım iş arkadaşlarımdan birinin, yanına götürüp çalıştığı makineyi anlatmasını rica ettiği adamın beni pek de sallamadan üstün körü anlatıp göndermesine rağmen, stajın son haftasında oturup bana kendisi bak şu da böyle diye elinden geldiğince bilgi vermesi, son gün ise "kaprissiz, kafa dengi birisin" tamlamasını benim için kurması.. İşimi yapmayı sevmem, insanlar tarafından saygı ve sanırım biraz da sevgi görmeme neden oldu. Önemli olan da bu zaten.. Stajım güzeldi, evet. Koca koca, sanayi devi bir yerde yapmaktansa böyle alanında iyi ama küçük yerlerde yapmak daha yararlı oldu. En basitinden tüm gün oturup kağıt oynamak yerine matkap başında delik deldim :) Teknisyen olsam da mutlu olabilirmişim, keşke kitaplar bu kadar pahalı olmasa.. Çok para kazanmaya çalışmak zorunda kalmazdım.

Sabahın köründe Haydarpaşa
Kitap demişken.. Arada bir delilik yapıp (benim için delilik bu) bir günlüğüne İstanbul'u fethetmeye kalktık dostlarla. Beyoğlu Sahaf Festivali'nin  beşincisine katıldık. Gidiş trenle, dönüş otobüsle... İstanbul bir günlük bir şehir değil, Beyoğlu bir zaman yaşamak istediğim yer, Bayrampaşa otogarı bir daha mümkün değil uğramayacağım bir yer... Beyoğlu'nun sokaklarına aşık oldum, filmlerde gördüğüm o garip merdiven Galata Kulesi'ne giderken birden karşıma çıkınca o kadar sevindim ki tek kelime edemedim. Yanımdakilerin aceleci tavrı olmasa... Merdivenin başında çizim yapan adam bile mutlu etti beni... Keşke Ankara'da da olsa böyle şeyler. Buralarda bir merdiven var 4. caddeye çıkarken. Semtin en sevdiğim yeri, aşağı ucunda kocaman olmaya çalışırken binaların arasında çelimsiz kalmış bir dut ağacının bulunduğu o merdiven. Evet, İstanbul diyordum. Kitap için gittim ben ve o her fırsatta çamur attığım şehre tutuldum. Hala Ankara benim için en önemli yer ama.. Bu konudaki kararsızlığımı kendimi klonlatarak geçirmeyi planlıyorum. Buse'nin alanında biraz daha yetkin olmasını beklemem gerek sadece. Onca yıl boşa okumayacak sanırım :)

Festivalden bahsetmek gerekirse; güzeldi. Yani benim için güzeldi. Aradığım kitapların yarısından fazlasını bulamadım belki ama zamanında yıllarca bulamayıp da aramaktan vazgeçtiğim kitapları buldum mesela, bir de İstanbul Dörtlüsünün son iki kitabını... İlk iki kitabı 3 yıl aramış ve iki yıl önce bulmuştum, toplamda 5 yıl sürmüş oldu arayışım. Böylesi daha değerli oluyor ama :) Söz konusu kitaplar Hikmet Temel Akarsu'nun dörtlemesi. Hani Kaybedenlerin Öyküsü ile başlayan.. Rock'n Roman.. Benim için güzeldi dedim ama yoldaşlarım için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.. Onlar pek aradıklarını bulamadılar. Fiyatlar konusunda da, çeşit konusunda da. Belki de bu yüzden, yaklaşık 4 saatin ardından(ben daha sahafların yarısını bile eşeleyememişken) zorla sürüklediler beni alandan. Kiliseye girdik ardından ama hiç girmeyeceğim, ayrı bir yazı konusu çıkar oradan. Kilise mimarisine hayranım, çok anlamasam da kendi çapımda bir estetik anlayışım var ve etkiliyor beni..

İstanbul dönüşü Ankara'ya uyum sağlamak zor olmamıştı, iş güç derken düşünmeye fırsat bulamıyormuşum. Staj sonrasında ise aşırı yorgunluk ve üçüncü sınıfın korkuyla karışık heyecanı sardı beni. Tüm yaz bir yerlere koşturmaktan nefes almayı unutmuşken son bir haftalık zaman diliminde de ders peşinde koşturdum. Burada bir parantez açabilirim, derslerimin bir çoğu ekli geldi, seçmeli için kasmam lazım sadece. Ona da yarın başvuracağım. Alırım gibi.. Bu arada durup durup aklıma İstanbul geliyor; içinde yaşamak ilk seferinde boğmuştu beni (sadece aile ile olmuyormuş) ama işin içine arkadaşlar girince ve biraz da özgür irade, kendimi mükemmel hissetmiştim, servis beklerken fark ettiğim gerçek dışında. İçinde bulunduğum şehirde her şeyden, herkesten kaçabileceğim kendime ait bir alanım olmalı, güvenli bir sığınak.. Bu da orada yaşamayı gerektiriyor işte. Tam olarak ne yapmak istediğimi bilmiyorum açıkçası, bu yaşımda benden beklenilmesi de saçma olur zaten..

Son paragraf bayağı dağılmış, toparlarsak; okul sezonu açıldı, yarın ilk haftanın tam ortasındaki gün (saat itibariyle bugün oluyor gerçi.) envaiçeşit nedenden dolayı akşamki Redd konserine gidemiyorum, aynı nedenler hafta sonu Ankirock'a katılmamı da engellemişti. N'apalım evde bilgisayarı TVye bağlar Gecenin Fişi Yok'u izlerim ben de. 2.0 olmayaydı iyiydi o da...

Bayağı yazmışım sanırım. Buraya kadar okuduysan teşekkür ederim, aralarda boşluklar ya da dağılmalar olabilir, yorulmuş vaziyetteyim. Okul beni yoruyor, özellikle de bölümün o ağır havası. Okulun üzerimdeki genel etkisi komik aslında, her gün yanımdan geçen insanları bıyık altından güldürecek bir şeyler yapıyorum. Komik bir insan da değilim ki, neden böyle oluyor?

Bir sonraki yazıya kadar kendine iyi bak okuyucu.. Uzun sürmez herhalde. Hem ekşiden de baktım, okul döneminde daha çok yazıyormuşum böyle. Derslerden kaçmak için sanırım, zaten rapor yazıyordum bu yazıyı girmeye karar vermeden önce :)

İtalyanca konusunda bana şans dileyin!

Yorumlar

Popüler Yayınlar